Kuru,
bunaltan bir günün öğlen saatinde, ders çalışmaktan yorulmuş bir halde; kafamı
boşaltmak için kendimi televizyonun önüne attım. Filmleri taradım ve karşıma
1994`ün en muhteşem filmlerinden biri olan Forrest Gump çıktı. Kaç kere
izlememe rağmen, her izleyişte farklı bir detay yakalıyorum. Geçmiş zamanın ve
şimdinin bile muhteşem filmlerinden biri. Bu sefer neyi fark edeceğim merakıyla
izlemeye başladım yeniden.
Forrest,
yaşadıklarını anlatıyor ve olaylar canlanıyor. Forrest’ın aptal olmadığı zaten
ilk izleyişten beri aşikardı fakat buna isim veremiyordum. Forrest, topluma
adapte olamıyordu çünkü her şeyi olduğu haliyle kabul ediyor ve ona yeni bir
biçim vermiyordu. Gayet zekiydi gereksiz anlam yüklemeleriyle uğraşmayacak
kadar zeki ve bunlarla beraber sevgiyi en temel haliyle kavrayacak kadar da
doğal.
Hikaye,
tarihte en çok parlayan olaylarla alay ederek devam ediyor. Her şeyi
forrest’ın gözüyle basitleştiriyor. Sonra bir şeyi fark ediyorum, ‘Janney’.
Küçüklüğünden beri Forrest’la güzel bir hayat yaşayacakken, hem de onu
sevmesine rağmen, neden hiç onunla bu seviyeye gelmiyor? Janney kimden kaçıyor?
Neyden kaçıyor?
Filmin arka
planında durmaksızın Janney’nin hikayesi ilerliyor. Forrest’la ilgili her şeyi
görüyoruz fakat Janney, filmin can alıcı noktalarında, tam unutulmuşken; bir
kesik gibi belirip yok oluyor. Bir belirsizlikmişçesine çekip gidiyor. Peki
neden?
Filmin en
başına gidiyoruz. Janney, Forrest’la beraber, mısır tarlasında babasından
kurtulmak için bir kuş olmayı diliyor tanrıdan. Bir çocuğun masum yakarışı, bir
çığlık, bir imdat çağrısı insanların bir türlü anlamadığı. Babası tarafından
istismar edilen bir çocuğun çaresizlik içinde çırpınışları ve gitgide büyüyen
bir travma.
Sonra ne mi
oluyor? Büyüyor, liseye ve üniversiteye gidiyor. Sistemin istediği bütün
süreçleri yaşıyor ve kendinden istenileni yerine getiriyor; fakat küçüklüğünden
bu yana taşıdığı travma hep orada, hep yerli yerinde, bir sarmaşık gibi her
tarafını kaplayarak. Tanrının ona kanat verdiğini, üniversiteden sonra,
toplumun ona erişkin bir birey olduğunu dayatmasıyla fark ediyor ve uçup
gidiyor. İstismar edilmiş çocuğu kafasının içinde götürerek.
Hiçbir yerde
sabit duramıyor, kaçıyor; gittiği her yerde, bir türlü iyileştiremediği ve
iyileştiremeyeceği travmasıyla, babasının kopyalarıyla el ele tutuşarak (filmde
ki bütün erkek arkadaşları onu istismar ediyor ve ona şiddet uyguluyor fark
edilirse). Forrest’ı seviyor ve onunla güzel bir birliktelik yaşayacağının da
farkında fakat sevgiyi hiç bilmemiş ve ailenin en zararlı halini yaşamış olan
Janney için huzur ve katıksız sevgi, asla anlayamayacağı ve kavuşamayacağı bir
şey. Forrest’tan kaçıyor, aslında gerçek anlamda kurulacak bir aileden kaçıyor.
Filmin
sonlarına doğru kaçmaktan yoruluyor ve kendisine huzur verecek yegane insanın
yanına geliyor. Neyden ve Niçin kaçtığını anlıyor eski evine taşları
fırlatırken; fakat hiçbir zaman kapanmayacak yarasıyla da yüz yüze geliyor.
Forrest’ı bırakıp gidiyor yeniden; çünkü artık istese de inanmıyor aileye,
sevgiye, mutluluğa…
Tüm bu
olanlardan sonra Janney’e biri çıkıp diyor ki; ‘3 çocuk yap’, ‘Sen artık
erişkin bir bireysin ve topluma ucuz iş gücü gerek’. Göz kırpıyor, ‘ben
yardımcı olurum diyor’.
Çocukların
sistematik bir biçimde istismar edildiği, travma üzerine travma yaşadığı bir
yerde, hangi akla hizmet bir düşüncedir bu?
Savaşlardan
çıkmış bireyleri siyasetten arındırmak adına sapık bir zihniyet yetiştirmiş
yönetimlerin, istismara uğramış ve erişkin bir birey olmuş kişilere kullandığı
cümle; ‘3 çocuk yap’.
Bir irade
dünyaya geliyor ve Bu sapıtmış toplumda azap çekecek. Hangi akla hizmet böyle
bir şey yapayım?
Janney’e ‘ 3
çocuk yap’ diyorlar. Onun neyden kaçtığını hiç düşünmeden ve onun çocuklarının
hangi travmaları yaşayacağını düşünmeden.
Ali Çelik