5 Şubat 2023 Pazar

Çorap almalıyım

 Gidip bir kaç çift çorap almalıyım ve diş macunu. Yorgun ve tembel vücudumu yataktan kaldırıp bir yerlere gitmeliyim. Belki bir sinema salonuna ya da bir deniz kenarına, yolunu hiç bilmediğim bir sokağa sapıp kaybolmalıyım bir süre ama çorap almayı unutmamam gerek va tabi diş macununu da. İçimde ki sıkıntı çoraptan mı yoksa başka bir şeyden mi çözemiyorum. Bir boşluk var ayağımda mı yoksa göğsümün ortasında mı bulamıyorum. Allah'ın kahrolası hiç bir işe yaramaz ilişkileri ve çıkmazları! Hep aynı çıkmaz sokağa sapıp gerisin geri dönüp duruyorum. Bu ne bitmek bilmez bir illet böyle. Seversin ya da sevmezsin, istersin ya da istemezsin. Sırf bu çıkmazlardan dolayı yalnızlaştıkça yalnızlaşmak istiyorum, tanrı kadar yalnız. Teki kalmış bir çorap kadar ötekisiz. Bir kış kadar yalnız, Öyle ki içinde boğulmak ve iradesini bozguna uğratmış şekilde yükselmek istiyorum çürümüş toprağımdan. Hak etmiyor kimse bu sevgiyi. Onlar garantiye alınmış geleceklerinin partnerleriyle sevişiyorlar hayallerinde, rüyalarında, gündüz düşlerinde. Pahalı çorapların altında ezilmeyi istiyorlar, ruhsuz ve sevgi kelimesinde bir galaksi kadar uzak bir mesafeyle. Tanrının lanetlediği basit ruhsuz insanlar ve milyonlarcası. Açıkça şudur ki alenen yaşanmakta olan, olmuş ve yaşanılacak olan; bir masaldır sadece dile dökülen sevgi sözcükleri. Geriye kalan herşey açlık çeken bedenlerinin çıkarcı tezahürleri. Ucuz, yamalı ve delik çoraplarının utancı. Temiz ve bakımlı çoraplara tapma istekleri. 

 Acı çekiyorum, hayal kırıklıklarımın sonsuzluğu artık beni korkutuyor. Bir dibi, bir sonu yok bu akılsız çılgınlığın. Böylesine korkunç bir vahşilikte nasıl dayanır ki insan. Her geçen gün daha da yorulan ve yorulmakta olan bir ruh ne kadar süre ayakta kalabilir ki, var mıdır bunun matematiksel bir denklemi. 

1 Temmuz 2021 Perşembe

Bu ne yaman çelişki

      Ölmemizi istiyordu hükümet, tabi yeri geldiğinde; artık mekanizmayı tökezletecek bir yaşa ulaştığımızda. Havadaki oksijenin azalmaması için daha az nefes alıp vermemiz gerektiğini ifade etti haber bültenleri aracılığıyla. Daha az yemeli daha az su içmeliydik. Daha çok minnet etmeliydik, bize nasıl yaşamamız gerektiğini öğrettiği için, su götürmez zekâdaki yöneticilere.

    Daha az yürümemizi  daha çok çalışmamızı istiyordu; bizi bizden daha çok seven hükümet. Böylelikle canımız sıkılmayacak ve artık canımıza tak etmiş yoksulluğumuzu bir çamur gibi yüzlerine fırlatamayacaktık. Çünkü karnımız doyar da düşünmeye başlarsak sorgulardık. Sorgularsak, tezatlıkları görürdük, yoksulluğumuzun uçurumundan yıldızları seyreder ve çıldırırdık. Sorumluları arardık ve canımız daha çok sıkılırdı; çünkü sorumlu olarak gördüğümüz kişilerde bizi sorumlu tutacaktı. “ Bu ne yaman çelişki” deyip arbede çıkaracaktık fakat ne gerek var! Unutmak için daha çok çalışıp yoksulluktan ölmek varken.

   Sinirlenmemizi istemiyorlardı, bizi bizden daha çok sevenler. Bunun için din önderleri aracılığıyla kaderci anlayışlar aşılayıp, kaçınılmazlığın ve yaratıcının merhametinin bir parçası olduğumuzu kavramamızı sağlıyordu. 

    “ Peygamber de açlık sefalet çekti” diyor biri. Bir yaz sıcağında, villasındaki klimasının altında, birbiri ardınca yoksulluktan intihar eden insanların haberlerini izlediği ertesi günde.

      Dalgakıranlara çarpan bir uğultu var etrafta, fırtına gibi. Sararan yapraklara benzeyen bir değişim ve bıkmış usanmış homurtuların yükselişleri var. Sanki koca bir fil ordusu geçmekte sağırlar memleketinden. Bir insan da dönüp bakmaz mı bu çıldırmışlığa.

      Ne kadar da sevgi dolu ve bu sevgiyi dışına taşırmak adına yollar kateden bir güruh böyle. Niye böyle? Biz sevgiyi mi bilmiyorduk? Acaba hiç sevgi görmemiş bir toplum kendisine dayatılanın sevgi değil de bir işkence olduğunu ne zaman anlar? Belli ki siyasi yapıların bir aracı hâline gelen eğitim araçlarıyla değil. Kendi kendimize öğretmemiz gereken bir şey.

     Bu sevgi görmemiş, medeniyet görmemiş, insani yaşamın ve özgürlük kavramının ne olduğunu bilmeyen bu topluma, bu topluluklara, kendimizde dahil olmak üzere saf eleştiri ile yaklaşmalıyız. Yeniden yapılandırmalıyız; komün bir şekilde, hiç bir ideolojiyi dayatmadan. 

     İşte bu yeni yol, işte bu yeni düzen....


25 Haziran 2021 Cuma

Forrest Gump, Janney ve 3 Çocuk

 

    Kuru, bunaltan bir günün öğlen saatinde, ders çalışmaktan yorulmuş bir halde; kafamı boşaltmak için kendimi televizyonun önüne attım. Filmleri taradım ve karşıma 1994`ün en muhteşem filmlerinden biri olan Forrest Gump çıktı. Kaç kere izlememe rağmen, her izleyişte farklı bir detay yakalıyorum. Geçmiş zamanın ve şimdinin bile muhteşem filmlerinden biri. Bu sefer neyi fark edeceğim merakıyla izlemeye başladım yeniden.

   Forrest, yaşadıklarını anlatıyor ve olaylar canlanıyor. Forrest’ın aptal olmadığı zaten ilk izleyişten beri aşikardı fakat buna isim veremiyordum. Forrest, topluma adapte olamıyordu çünkü her şeyi olduğu haliyle kabul ediyor ve ona yeni bir biçim vermiyordu. Gayet zekiydi gereksiz anlam yüklemeleriyle uğraşmayacak kadar zeki ve bunlarla beraber sevgiyi en temel haliyle kavrayacak kadar da doğal.

  Hikaye, tarihte en çok parlayan olaylarla alay ederek devam ediyor. Her şeyi forrest’ın gözüyle basitleştiriyor. Sonra bir şeyi fark ediyorum, ‘Janney’. Küçüklüğünden beri Forrest’la güzel bir hayat yaşayacakken, hem de onu sevmesine rağmen, neden hiç onunla bu seviyeye gelmiyor? Janney kimden kaçıyor? Neyden kaçıyor?

  Filmin arka planında durmaksızın Janney’nin hikayesi ilerliyor. Forrest’la ilgili her şeyi görüyoruz fakat Janney, filmin can alıcı noktalarında, tam unutulmuşken; bir kesik gibi belirip yok oluyor. Bir belirsizlikmişçesine çekip gidiyor. Peki neden?

   Filmin en başına gidiyoruz. Janney, Forrest’la beraber, mısır tarlasında babasından kurtulmak için bir kuş olmayı diliyor tanrıdan. Bir çocuğun masum yakarışı, bir çığlık, bir imdat çağrısı insanların bir türlü anlamadığı. Babası tarafından istismar edilen bir çocuğun çaresizlik içinde çırpınışları ve gitgide büyüyen bir travma.

   Sonra ne mi oluyor? Büyüyor, liseye ve üniversiteye gidiyor. Sistemin istediği bütün süreçleri yaşıyor ve kendinden istenileni yerine getiriyor; fakat küçüklüğünden bu yana taşıdığı travma hep orada, hep yerli yerinde, bir sarmaşık gibi her tarafını kaplayarak. Tanrının ona kanat verdiğini, üniversiteden sonra, toplumun ona erişkin bir birey olduğunu dayatmasıyla fark ediyor ve uçup gidiyor. İstismar edilmiş çocuğu kafasının içinde götürerek.

  Hiçbir yerde sabit duramıyor, kaçıyor; gittiği her yerde, bir türlü iyileştiremediği ve iyileştiremeyeceği travmasıyla, babasının kopyalarıyla el ele tutuşarak (filmde ki bütün erkek arkadaşları onu istismar ediyor ve ona şiddet uyguluyor fark edilirse). Forrest’ı seviyor ve onunla güzel bir birliktelik yaşayacağının da farkında fakat sevgiyi hiç bilmemiş ve ailenin en zararlı halini yaşamış olan Janney için huzur ve katıksız sevgi, asla anlayamayacağı ve kavuşamayacağı bir şey. Forrest’tan kaçıyor, aslında gerçek anlamda kurulacak bir aileden kaçıyor.

  Filmin sonlarına doğru kaçmaktan yoruluyor ve kendisine huzur verecek yegane insanın yanına geliyor. Neyden ve Niçin kaçtığını anlıyor eski evine taşları fırlatırken; fakat hiçbir zaman kapanmayacak yarasıyla da yüz yüze geliyor. Forrest’ı bırakıp gidiyor yeniden; çünkü artık istese de inanmıyor aileye, sevgiye, mutluluğa…

  Tüm bu olanlardan sonra Janney’e biri çıkıp diyor ki; ‘3 çocuk yap’, ‘Sen artık erişkin bir bireysin ve topluma ucuz iş gücü gerek’. Göz kırpıyor, ‘ben yardımcı olurum diyor’.

  Çocukların sistematik bir biçimde istismar edildiği, travma üzerine travma yaşadığı bir yerde, hangi akla hizmet bir düşüncedir bu?

  Savaşlardan çıkmış bireyleri siyasetten arındırmak adına sapık bir zihniyet yetiştirmiş yönetimlerin, istismara uğramış ve erişkin bir birey olmuş kişilere kullandığı cümle; ‘3 çocuk yap’.

   Bir irade dünyaya geliyor ve Bu sapıtmış toplumda azap çekecek. Hangi akla hizmet böyle bir şey yapayım?

  Janney’e ‘ 3 çocuk yap’ diyorlar. Onun neyden kaçtığını hiç düşünmeden ve onun çocuklarının hangi travmaları yaşayacağını düşünmeden.

 

                                                                                                        Ali Çelik

4 Aralık 2019 Çarşamba

Sigaraya Başlamış Babam


Babam sigaraya başlamış,
O kudretli iradesi yenik düşmüş
Üzüntülere, kedere.
Çaresiz sesinden göz yaşları damlamış
Kendisinden habersiz.

Bir tanrının bile
Bir şeylere gücü yetmediğini anlamış,
Bir tanrının bile
Çaresiz kalabileceğini anlamış.

Artık kudretli değildi,
Bir hükümdar değildi,
Bir tanrı değildi.
Hüzünlü gözleri geceyi kavramış.

Sigaraya başlamış babam,
Dumanlı sesinden hayal kırıklığı damlamış.

15 Kasım 2019 Cuma

Buluştuk bugün


Buluştuk bugün.
Yan yana geldik.
Çağları aştım, nehirleri,
Bir ton kederi kattım ardıma.
Bavulumda geleceğin ümitleri.
Sabahın 6’sı çok gelmedi,
Bir buçuk saat sanki asırların bekleyişi.
Saçımdan iki tel beyazladı, ellerim titredi,
Yüreğimde artan ritim bozukluğu.
Bir güneş doğdu sonradan,
Çiçekler açtı, mevsimi değişti dünyanın, ekseni değişti.
Evren düşse avuçlarıma aklım bu kadar dehşete düşmezdi.

Buluştuk bugün
İki evren yan yana geldi,
Ateşle buz karıştı,
Nilüferler açtı göğsünde toprağın,
Bir tufan düştü İstanbul’a Nuh’tan habersiz.

Buluştuk bugün,
Öbür dünya yokmuş anladık
Yan yana cennetti ayrılırken cehennem.


Buralar


Gidelim buralardan sevgili!
Bura cehennem bura yangın yeri,
Tohum yetişmez buralarda,
Ademin atıldığı topraklar,
Bura sürgün yeri.
İlk yaramı burada aldım,
İlk kederimi,
Tüketti beni buralar.
Sevda yetişmez buralarda
Hayat yetişmez,
Bütün acıların sahibi buralar
Nice insanın canını aldı da
Bir yüce ruh bağışlayamadı.
Gidelim buralardan sevgili!
Bura acı yuvası, bura ıstırap.
Yaşatmazlar yüreğimizde ki ateşi.


Bekleyişler


Bu bekleyişler…
Yeni bekleyişlerin türeyişi gibi
Başka birine ihtiyaç duymaksızın,
Yeniden,
Tekrarı kusur bulmaksızın.
Bu bekleyişler ısrarla
Aynı günahın arzusu.